Gezecegiz.Com ailesine yeni katılan Resat Dişbudak , ilk kez yurtdışına çıkışının hikayesini bu yazı dizisinde anlatıyor. Üstelik Reşat, kısıtlı ingilizcesi ile, kısıtlı bir bütçe ile gerçekleştirdiği bu baştan başa İtalya seyahatini, pek çoğumuz için en zor yoldan yani ;Motosikleti ile yapıyor, Camping’lerde konaklıyor, motosikletini RO-RO gemisi ile gönderiyor.
Soluksuz okuyacağınız bu 5 bölümlük yazı dizisinde , pek çok tüyo’nun yanı sıra , Biraz cesaret ve istekle nelerin başarılabileceğini yeni bir gezgin’in kaleminden okuyacağız.
Reşat’a aramıza hoşgeldin diyor, okurlarımıza ilham vermesini diliyoruz.
[/quote]
3.Bölüm
”Pisa Kulesi, San Gimignano ,Siena ve Roma”
Flransa’dan itibaren 90 km’lik nispeten kısa bir yolculuğun ardından Navigasyon’a daha önceden ayarladığım Pisa Kulesi / Mucizeler Meydanına ulaştım.56 metre yüksekliğindeki bu kule’nin eğilmesi tüm dünya için bir sembol haline gelmesini sağlamış. Meydana geldiğimde katedral vaftizhane ve kule’yi görmek insanı heyecanlandırıyor. Meydanda bulunan kulenin yanına motosikletle tabi ki giremeyeceğim için üzerindeki eşyalarla birlikte kapıya park ettim. Türkiye’deki gibi saatçi siyahi gençler motosikletin etrafında dolanmaya başladı. Bu arkadaşlara dikkat etmek gerekiyor, yardımsever görünüyorlar ama güvenmemek lazım. Bir gözüm fotoğraf makinesinin vizöründe, diğeri motosikletin üzerinde Pisa Kulesi’ni fotoğrafladım. Kendi teorime göre bu kule 850 yıl önce de olsa kesinlikle böyle bilinçli şekilde eğri yapılmış 🙂 Dünyanın her yerinden ziyaretçi bir arada.
Pisa Kulesi’nin bahçesinde klişeleşmiş olan kuleyi tutmak gibi karmaşık poz açılarına girmeden motosikleti Pisa Kulesi’nin arka tarafına aldım, orada da biraz fotoğraflama yaptıktan sonra 20 ila 30 metre kadar motosikleti sürdüm ve bir yere park ettim.
Birkaç saniye içinde yanıma bir polis geldi. Bana saçımı göstererek İtalyanca bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ama ben tabi ki anlayamıyordum. Biraz daha uğraştıktan sonra kaskımı takmadığım için beni uyardığını anladım. Kendisinden kendi dilimde özür diledim ve uzaklaştı.
Pisa şehir olarak pek bir çekiciliğe sahip değil, kuleden başka pek bir şey yok. Daha önce gelen dostlarım gitmeme gerek olmadığını söyleseler de, oraya kadar gidip kuleyi görmeden gelmek de bana yakışmazdı.
Pisa da çok vakit kaybetmeden ,o günün ikinci durağı olan İtalya’nın görülmezse olmaz şehirlerinden biri olan San Gimignano’ya doğru yola çıkmadan önce navigasyonda şehri bulamadığım için bir polisten yardım istedim. Navigasyonu aldı ve şehrin ismini doğru olarak yazınca navigasyon kendine geldi. Polis bana ‘motosikletle mi gideceksin?’ diye sordu, benim onaylamam akabinde söylediği tek kelime ”Fantastic road!” oldu. ‘İşte güzel bir yol daha beni bekliyor.’ dedim içimden ve yola çıktım.
Polis haklıymış. Gerçekten güzel virajları ve asfaltı olan, enfes manzaralara sahip bir yoldu. Açıkçası turum boyunca çok keyif aldığım yollardan biri oldu. 78 km’lik kısa bir yolculuktan sonra San Gimignano’ya ulaştım.
San Gimignano
Geniş bir cadde üzerinde, büyük bir sur kapısından geçerek girilen, İtalya’nın yaşayan ortaçağ şehirlerinden biri San Gimignano..
Yine motosikletimi tüm kilitleriyle baş başa bırakıp, yanıma gerekli üç şeyi aldım; fotoğraf makinesi, su , para.. Kendimi San Gimignano’nun sokaklarına attım. Burada motosikletinizi güvenli bir şekilde bırakabilirsiniz, herhangi bir sıkıntı olacağına inanmıyorum.
Şunu eklemek isterim ki, hayatımda gördüğüm en garip motosiklete burada rastladım.
Size San Gimignano hakkında bilgiler vermeye çalışacağım.
Öncelikle şehrin kapısından içeri girdiğiniz anda, sanki karşınıza atıyla kılıcıyla birisi fırlayacakmış gibi geliyor çünkü gerçekten yaşayan bir ortaçağ şehri gibi. Zamanında yapılan savaşlarda defalarca kuşatılmış fakat yüksek bir tepe üzerine kurulması ve yüksek surlarla çevrilmiş bir şehir olduğu için bu güne kadar bozulmadan ulaşabilmiş. Bu 14. yy şehri mimarisi o kadar güzel korunmuş ki; her bir ev, her bir çatı buram buram tarih kokuyor.. Gözünü fotoğraf makinemin vizöründen hiç ayırmadan gezmek istiyor insan.
Bir de güneş batmasına yakın orada bulunursanız çok iyi kareler yakalayabilirsiniz. Neredeyse her bir sokağına girdim, çıktım çünkü hiç bir şeyi kaçırmak istemedim. Mutlaka uğramanızı ve bir kaç saat de olsa orada zaman geçirip oranın havasını solumanızı kesinlikle tavsiye ederim. Ne kadar turistik bir şehir olsa da, o surlar içinde yaşayan insanlar var ve bir çoğu orta yaşlı da olsa sanki kalelerini terk etmek istemeyen askerler gibiler.
Hayatlarını genel olarak turizm ile idame ettirseler de kanaatimce orada yaşamaktan o kadar mutlular ki, insanların yüzlerinde bunu rahatlıkla görebiliyorsunuz. Sıcak davranışları beni çok etkiledi.
Palazzo Del Poppolo müzesi gezilmesi gereken yerlerden, ayrıca mutlaka İtalya’da olduğumuz için yine dondurma yenilecek.
Şehir meydanında bulunan kilisenin merdivenlerinde insanları ve o dokuyu izlemek son derece keyifli. Saatlerce orada oturmak geldi içimden ama yapamadım. Daha Siena’ya gidilecek ve kamp kurulacak.
Evet buraya gelip dünyanın en iyi dondurmasını yemeden gitmek de olmaz tabi. Gelato Artigianale dünyanın en iyi dondurmacısı seçilerek kendine haklı bir ünvan kazanmış. Kendilerine özgü dondurma yapma şekilleri olduğunu öğrendim. Ben yine her yerde olduğu gibi seçimi kendilerine bıraktım. San gimignano’ya gelene kadar dondurma yediğim her yerde ” siz seçin “dedim ve hiç bir zaman pişman olmadım.
Kapıdan dışarı çıktığımda kendimi çocuklar gibi mutlu hissediyordum. Yüzümde saçma bir gülümseme ile, kendimi ve fotoğraf makinemi yere bırakıverdim. Yine sanatını icra eden bir gitaristin karşısında keyifle dondurmamı yedim. Biraz dinlenip biraz da enerjimi tazeledim, kendimi yine San Gimignano sokaklarına attım.
Burada yaşayan halk turizm dışında genellikle bağcılık ve şarap üretimi ile ilgileniyor. Yol üzerinde sayısı üzüm bağı ile karşılaştım. Şehirde de aklınıza gelebilecek her kalitede ve türde şaraplar bulabilmeniz mümkün. Eğer şarap kültürüne özel bir ilginiz varsa , gözünü ve gönlünüzü burada doldurabilirsiniz , üstelik çok da pahalı olduğunu düşünmüyorum. Şarap’tan çok anlamıyor olsam da, uygun fiyatta aldığım şarapları içtiğimde pahalı versiyonlarının nasıl olabileceğini düşündürüyor.
Uzunca bir süre gezdikten sonra Siena’ya yola çıkmak üzere motosikletimin yanına geldim. Bu güzel şehire doyamasam da, zamanlama açısından motosikletime binip Siena’ya doğru yola çıkmak zorundaydım.
Siena
Turumun başında Siena da kamp yapmak gibi planım yoktu aslında. Nerede kamp yapacağımı bilmiyordum, tamamen spontane gelişecekti. San Gimignano’dan çıkıp, yaklaşık 40 km’lik bir yoldan sonra hava kararmadan Siena’da bulunan Camping Siena Colleverde’ye geldim.
Buraya geldiğimde çadırımı kurup kendimi Siena sokaklarına atmadım çünkü gerçekten yorulmuştum ve dinlenme ihtiyacı hissettim. İnternetten bulduğum bu kamp yeri oldukça iyi bir yerdi. Hatta tur byunca en iyi kamp alanı olduğunu söyleyebilirim. İçerisi tamamen bir otel konforunda, ihtiyaç duyacağınız hemen hemen her şey var. Buraya hiç düşünmeden gelebilir ve isterseniz burada tatil dahi yapabilirsiniz. Karavan ve çadır yerleri ayrı ayrı konumlandırılmış, çok düzenli, temiz ve sakin bir yer.
Priz çevirici yine bir sorun oldu:) Size bu çeviricileri 18 euro’ya satmaya çalışıyorlar. Tabi ki ben o parayı vermedim, ne yaptım dersiniz? Yanımdaki çadırın takmış olduğu 5 metrelik (bizim tip çoklu girişi bulunan) uzatma kablosu ile elektriği çektiklerini fark ettim ve sonra ‘boştaki prizlere ben neden takmıyorum ki?’ dedim..
Prizlerinden faydalandığım yaşlı çiftin çadırı 🙂
Tabi ışıkları sönük olduğu için ses çıkartıp korkutmamak ta lazım. Benim de yanımda getirdiğim üçlü prizimle; laptopumu, kaskımın intercomunu, telefonumu bir anda bağladım. Ne kadar kalırsa o kadar iyiydi. Bir süre sonra sanırım seslerden durumu fark eden teyze ve amca çadırdan dışarı çıkmaya kalktılar. Kamp ocağımda demlediğim çayımı keyifle yudumlayıp sessizliğin keyfini sürerken durumu fark ettim ve son anda el çabukluğu ile prizlerimi söktüm. Amca şüpheli gözlerle bana baksa da ben hiç renk vermediğim için sadece bakmakla kaldı:)
Şehirden uzak bir yer olduğu için gece 23.oo’a kadar gecenin sessizliğini dinleyerek ve çayımı yudumlayarak kendimi dinledim. Uzun zamandır hayalini kurduğum yalnız motosiklet turumun tam ortasındaydım. Çok tedirgin ve kendimi yalnız hissettiğim zamanlar olsa da buraya kadar son derece sorunsuz bir şekilde gelmek kendime güvenimi tazeledi. Evet belki iletişim kurmanın zor olduğu zamanlar da oldu ama sonuçta iletişime geçtiğim insanların hemen hepsi çok sızak davrandılar
Karşınızdakinin size nasıl yaklaşmasını istiyorsanız siz de öyle davranmalısınız klişesi vardır hani.Bu tpraklarda bunun net örneklerini birebir çok kez tekrarlama şansı buldum. Bu kelimeleri bana yazdıran şeyin yalnızlığın psikolojisi olduğunun farkındayım. Dünyanın neresine giderseniz gidin, ne kadar karşınızdaki insanın dilini konuşamasanız da, onun da sizin gibi bir insan olduğunu unutmadığınız sürece iletişim kurabilecek bir yol mutlaka buluyorsunuz. Bu o kadar keyifli ve mutluluk verici bir şey ki, satırlar boyunca sadece bunu yazabilirim.
Güzel bir uykunun ardından , İtalya turumuza Siena’yı gezmekle devam etmeden önce yine çadırımı ve eşyalarımı topladım. Malum bu gece Roma’da uyuyacağım.
Tabi ki her zaman olduğu gibi motosikletin üzerinde bir ton yükle Siena sokaklarını turladım. Siena güvenlik konusunda içimde bir şüphe uyandırmadı. İnsanlar her yere motosikletlerini park edip hayatlarını yaşamaya devam ediyorlar. Siena’da bir şehir turu attıktan sonra motosikleti park edebileceğim bir yer aradım. Evet park yeri aradım çünkü o kadar çok motosiklet var ki, insan motosikletini park edecek yer bulamayınca şaşırıyor bu duruma.
İtalya’da motosiklet park etmek için özel alanlar oluşturulmuş, bunun dışında Türkiye’deki gibi kaldırım üstüne istediğiniz gibi bırakırsanız döndüğünüzde motosikletinizi bulamayabilirsiniz. Motosikletin üzerindeki eşyalardan riske atmamak için , yoğun ve şehir merkezine en yakın yeri ararken sonunda buldum. Tedbiri yine de elden bırakmayıp gerekli kilitlerimi takıp bıraktım ve gezmeye devam ettim. Diğer şehirlere nazaran burada çok fazla pizzacı olduğunu gördüm. Hemen hemen her köşe başında bir pizzacı ile karşılaşınca yemeden yaşayamıyorlarmış gibi bir algı yaratıyor.
Sanırım üretilen ilk Ducati Monster olsa gerek 🙂
Evet; güzel ve tarih kokan Siena sokaklarında keyifli bir şekilde gezip, fotoğraflayıp, dondurmamı yiyip, lezzetli pizzalardan atıştırdıktan sonra artık kendimi yaklaşık 4 saat sürecek Roma yoluna atma zamanıydı. Ama bir sorunum vardı. Burada size biraz komik gelse de, hiç beklemediğim bir durum yaşadım. Motosikletimi kaybettim..! Nasıl oldu bilmiyorum ama oldu. Motosikletimi park ettiğim caddeyi bulamıyordum, caddeyi bulduğumu sanıp motosikletimi göremiyordum. Aklıma her türlü şey geliyordu ama o kötü düşünceyi düşünmek bile istemiyordum. Motosikletimi park ettiğim yerden Siena’ya kadar geldiğim yolu tersten 3 defa döndüm ama yok, bulamıyordum. Navigasyonda motosikleti koyduğum yeri kendimce belirlemiştim ama o stadyumun yanına ne kadar gelsem de ne o yol vardı ne de motosiklet. Gülmemek lazım bir gün hepimizin başına gelebilir:)
Dördüncü ve son defa deniyordum, eğer bu sefer de bulamazsam polise gitmeyi düşünüyordum. Geldiğim yolu tekrar geri gelmeye çalışıyordum ki, bir caddeye girdim. Tedirgin tedirgin sokaktaki motosikletlere bakarken bir anda gördüğüme o kadar sevindim ki, üzerinde tüm eşyalarıyla beni bekliyordu.. İnanmayacaksınız ama onu gerçekten öptüm.. Sadece burası için değil, benim için her yerde bir deneyim oldu, mutlaka motosikleti park ettiğim yerde navigasyonda işaretlemeye başladım.
San Gimignano’yu andıran bu yaşayan ortaçağ şehrinin oraya göre daha turist ağırlıklı olduğunu söylemeliyim.Siena Ağustos ayında yapılan Palio at yarışları ile ünlü bir şehirmiş.Şehit bambaşka bir ruha bürünüyormuş.Bir sonraki sefere Ağustosta gelmek dilekleri ile …
”Rüya Şehir: Roma”
Siena’dan saat 14 sularında çıkmak için hazırlandım. Roma yolculuğunda otobanı tercih ettim, çünkü bir an önce hava kararmadan Roma’ya girmek istiyordum. Ortalama 300 km’lik otoban yolculuğuma 18 euro gibi bir bedel ödeyerek Roma’ya ulaştım. Bu rüya şehirde hiçbir zamanı boşa harcamak istemiyordum. O kadar güzel kamp yerinde kaldıktan sonra insan seçmeye başlıyor. Türkiye’de tespit ettiğim, Roma’ya 10 km uzaklıktaki Tiberina bölgesinde olan Camping Tiber güzel bir yere benziyordu.
Bu kamp yerine gidecekseniz navigasyonun önermelerine dikkat edin, kamp alanını bulmakta zorluk çekebilirsiniz. Kamp yerini ararken yanlış bir yola girdiğim için oldukça şehirden uzaklaştığım bir yolda tedirgin oldum. Bu kamp yerine gelmek istiyorsanız önce Tiberina’yı seçin ve oraya vardığınızda tekrar kamp bölgesinin adresini yazın derim. Biraz şehir dışında kalsa da burada gönül rahatlığı ile konaklayabilirsiniz. Nehir kenarına kurulmuş bu kamp alanında çalışanlar çok sempatik ve yardımsever.
Nitekim bu lokasyonu navigasyon ile bulamayınca bir ara internette başka kamp alanları aradım ve gittim fakat gittiğim yerleri açıkçası beğenmedim.
Her zamanki gibi resepsiyonda, ben turistim burada kalacağım iletişiminden sonra çadır kuracağım alanı gösterdiler. Çadırımı kurup fazla eşyalarımı burada bırakarak içimdeki bitmeyen enerji ile kendimi Roma’ya attım.
Uzunca süre park yeri aradıktan sonra Vittorio Emanuele Iı Abidesine bakan güzel bir yere kilitledim, bağladım, kendimce her türlü güvenlik önlemini aldım. Park yeri ararken dikkat ettiğim şey bütün motosikletlerin üzerinde kocaman kocaman kilitler olduğuydu. Bir de, her yerde motosikletime garip garip bakıyorlardı. Sanki İtalya’da Yamaha Super Tenere görmemişlerdi.. Dikkat ettim, bu motosiklet cennetinin içerisinde ben de hiç görmemiştim. Bu kadar gözlem sonrası aslında bulunduğum noktanın pek de güvenli olmadığı kanaatine vardım . Bir yerde motosikleti park eder gibi oldum ki, Türkiye’de olduğu gibi bir değnekçi yanımda bitiverdi. Ona para vermek istemediğim için orada da bırakmadım, en uygun yeri bulacaktım, inatçıydım ve buldum.
Biraz fazla kuruntu yapmış olabilirim fakat ciddi şekilde yğun bir sokağa motosikletimi park ettim. Sonradan öğrendiğime göre burada insanların motosikletini böyle bağlamalarının sebebinin, çalınma sayılarında ciddi artış olmasıymış. Saat 23:00’da kamp alanının kapıları kapanacağını bildiğim için hızlı da olsa Roma!da gezmek istiyordum.
Öyle de oldu, Colosseum’u gece ışıklarıyla görme fırsatım oldu. Hem gece hem de gündüzü yaşamak güzel bir deneyim oldu benim için.
Bu geceye yol üstünde elinde elektrogitarı ve çakmağıyla blues çalan yetenekli genç ile sonlandırdım. Saat: 22:45’ti ama bu müzikten kendimi alamıyordum. Neyse ki kamp yerine 5 dk gecikme ile geldim.Barda bulunan gençlerle beraber birkaç kadeh içip sohbet etmeye çalıştım. 20’li yaşlarda aldığım ve kullanmadığım için kaybolan ingilizce eğitimim yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Artık bende kendime şaşırır olmuştum.
Tüm gün sürecek ve yorucu olacak Roma gezim için yattım. Daha önce de paylaştığım gibi İtalya’da kamp yaparak seyahat eden arkadaşlara tavsiyem; mevsim yaz da olsa iyi bir uyku tulumu ile gitmenizdir, zira geceleri enterasan bir serinlik vardı anlayamadığım..
Güzel bir Roma sabahında çadırımda uyandıktan sonra her sabah olduğu gibi çay, kruvasan ve sigara eşliğinde uyandım. Hayatımda hiç bu kadar kruvasan yememiştim. Diğer sabahlardan farklı olan şey bugün çadırımı toplamayacaktım. Roma’da bir gecemin daha oluşu oldukça heyecanlandırıyordu beni.
Sırt çantamı çeşitli yiyecek, içecek, çerez gibi şeylerde doldurduktan sonra (malum o kadar çok yürüyecektim ki enerji gerekliydi) Roma’ya doğru yol aldım. Yaklaşık bir saat boyunca şehir turu attıktan sonra Vittorio Emanuele Iı Abidesi meydanında çokça motosikletlerin olduğu bir yerde kendimi belli edip motosikleti trafik işaretine bağladım. Böylece ne motosiklete ne de trafik işaretine zarar veremeyeceklerini düşündüm işte kendimce. 🙂
Roma ile ilgili söylenecek, yazılacak her şey paylaşıldı, bana da burayı gezip dolaşmak kaldı. Vittorio Emanuele Iı Abidesi ile başlayan Roma turum sırasıyla Colosseum, İspanyol Merdivenleri, Aşıklar Çeşmesi ve orada pizza burada dondurma derken devam etti. Ben kendimce şöyle izlenimler çıkardım; Vittorio Emanuele Iı Abidesi güneşin son ışıklarında fotoğraflanmalı, İspanyol Merdivenlerine gece gidilmeli, Colosseum için o saçmasapan sıra kesinlikle beklenmeli. Önceden aldığım bilgiye göre Colosseum’da çok fazla sıra olduğuydu.’ Kesinlikle beklerim, ne olacak, oraya kadar girmişim girmeden gelmem’ diyordum. O sırada beklerken az kalsın vazgeçmek üzereydim çünkü çok fazla zamanımı almıştı. Beklememeyi düşündüğüm için ben bile kendime şaşırır olmuştum. Oraya girmek hayatımdaki en iyi deneyimlerden biri oldu çünkü gerçekten görülmesi gereken bir mekan.
Roma’da neredeyse girmediğim sokak kalmadı diyebilirim çünkü bütün gün yürümüştüm. Bu arada siz benim gibi yapmayın mutlaka Vatikan’a gidin çünkü ben gitmedim ve hala pişmanlığını yaşıyorum.
Vittorio Emanuele Iı Abidesinin tam karşındaki Via Del Corso caddesine bir giriş yaptım ki, kendimi
Piazza Del Popolo Meydanında buldum. Deseler ki o kadar yolu yürü de gel diye, insan düşünür ama orada düşünemedim. Gördüğüm en keyifli caddelerden biriydi. Bu cadde üzerinde yürürken bir çok kiliseye girdim çıktım. Hatta bir tanesinde telefonum çalınca az daha kovuluyordum. Bu cadde üzerinde yürürken bir çok yeri görebiliyorsunuz. Elimdeki navigasyon sayesinde caddeye yakın olan İspanyol merdivenlerini buldum. Yürümeye devam ederken Aşıklar Çeşmesine gittim, Marcus Aurelius Column meydanını ve Pantheon tapınağını gördüm. Kısacası bu cadde bana kısa bir Roma turu yaptırdı. Roma’nın gerçekten bir günde bitmeyecek bir yer olduğunu yorulduğumda anladım. Çünkü artık adım atacak halim kalmamıştı, ne kadar gezersem gezeyim bitiremeyecektim ve pes ettim.
İtalya’da fark ettiğim şeylerden biri, hiçbir mekan kredi kartı kullanmak istemiyor. Ben de herhangi bir yere oturmadan önce sorup öyle oturuyordum. Yorgunluktan olsa gerek artık güneşin batmasına doğru Vittorio Emanuele Iı Abidesine bakan tam karşınındaki Via Del Corso caddesi girişinin sağ köşesindeki bir mekana oturdum. Tabi ki kredi kartı sormak bile aklıma gelmemişti çünkü artık kendime bir ödül vermem gerekiyordu. Makarna ve şarap eşliğinde bu meydanı izlemek gerçekten çok keyifliydi. Bu şehri yazmakla bitiremem ama mutlaka iki tam gününüzü buraya ayırmanızı tavsiye ederim. Benim kısıtlı zamanımda bile burada iki gece bir gün ayırarak en fazla zamanımı burada geçirdim ama yine de yetmedi. Bu günü İspanyol merdivenlerinde elimde biramla bitirmek istiyordum. Bütün gün aklımda olan trafik işaretini görmeye gittim, neyse ki trafik işareti hala orada duruyordu. Ek olarak şunu belirtmek isterim ki, tüm Roma gezimde bir açıdan şanssızdım çünkü, ne kadar abide, çeşme görülmesi gereken yer varsa tadilat altına almışlardı.
Piazza Del Popolo Meydanı
Motosikletle girilmeyen, merdivenlere yakın, benimde görebileceğim bir sokak girişine motosikleti park ettim.
Aşıklar çeşmesi fakat maalesef tadilatta İspanyol merdivenleri
Merdivenlerden sadece ön lastiğini görebiliyordum çünkü park ederken polis bana tatlı tatlı eliyle geri işaret etmişti. Bu tatlı hareketinden sonra polisi çok fazla üzmek istemedim ve yine de motosikleti oraya bağladım. 🙂
Burası özellikle geceleri gençlerin çok fazla toplandığı bir yere benziyordu. Herkes bir köşesine toplanmış, biralarını içip sohbet ediyorlardı. Kendimi bu gençlerin içine nasıl atarım derken her şey kendiliğinden gelişti, benim bir şey yapmama gerek kalmadı. Merdivenlerde kendimi fotoğraflamaya çalışırken hemen arkamdaki bayan arkadaşları da kadraja almışım, farkında değilim. Bir anda arkamda bir çığlık koptu ve bizi çekme tarzında sesler çıkartıyorlardı. Tabi ki Reşat iletişim kurmadan durur mu? (bunu söyleyen kişi ingilizce bilmiyor bu arada.) Tabi ki yeterince malzemem vardı, ne de olsa motosikletle Türkiye’den gelmiştim. Hikayemi anlatınca hepsi şaşırdı, dinledi, Türkiye’yi sordu. Anladığım kadarı ile yaptığım iş onlara çılgınca geliyordu. Hepsinin suratlarında ah şu çılgın Türkler ifadesini görebiliyordum.
Motosiklet İle İtalya turu nda her şey tam istediğim gibi olmuştu istediğim ve hayal ettiğim gibi Roma’yı güzel ve keyifli bir akşamla bitirmiştim. İtalya turumun en önemli noktasına gitmek için artık dinlenmeliydim.
Roma’ya veda vakti, ama ayrılamıyordum. Motosikletimin üzerindeki eşyalarım yüzünden insanların bakışları arasında sabah tekrar motosikletle bir panaromik şehir turu daha atıyordum.
Roma ile ilgili gezecegiz.com’un yazısı çok işime yaradı.Muhakkak tavsiye ederim.
Size Roma’dan güzel bir ezgiyle veda ediyorum ;
Bir sonraki Yazıda Turumun En Önemli Destinasyonu “Amalfi Sahilleri”
Yine 3 Gün sonra Gezecegiz.com’da
Motosiklet ile İtalya Turu Bölümleri:
Bölüm 1 ¦ Bölüm 2 ¦ Bölüm 3 ¦ Bölüm 4 ¦ Bölüm 5